Ölüm Gölgesindeki Aşk: Restless
Restless 2011 yapımı Gus Van Sant’ın son filmi olarak Cannes’ta Un Certain Regard bölümünde gösterildi. Film ülkemizde 2011 Film Ekimi festivalinde yer almıştır. Filmin gösterim tarihi konusunda henüz bir bilgi bulunmamaktadır. Yönetmenin son yıllarda dikkat çeken, Milk (Süt, 2008) Paranoid Park (2007) Last Days ( 2005) gibi filmlerle tanınmaktadır.
Restless filmi, Türkçe’ye 'Senin İçin' adı olarak çevrilmiştir. Filmlerinde genellikle farklı konuları ve karakterleri ele alan yönetmen, bu filminde de sade ama hüzünlü bir hikaye ile karşımıza çıkıyor. Filmin hikayesi, Ailesini kendisininde içinde olduğu trafik kazasından kaybeden Enoch (Henry Hopper), kendisine hayali olarak bir arkadaş edinir. Hayali arkadaşı Japon gazisi Hiroşi’yle birlikte vakit geçirmekten başkalarına vakit ayırmayı unutur. Enoch’un bir başka takıntısı ise, ölümdür. Ölü insanların etrafında olmak için tanımadığı insanların cenazelerine gider. Katıldığı bir cenaze töreninden ona gülümseyen ve yabancı olduğunu anlayan Annabel (Mia Wasikowska) ile karşılaşır. Enoch’un küçük sırrını anlayan Annabel bu oyunu birlikte oynamayı teklif eder. Birlikte keyifli vakit geçiren ikili arasında yaşanan aşk, Annabel’in beyin tümörü yüzünden ölümün gölgesinde ilerlemektedir. Bu durumu kabullenen Annabel ise ölümü bir tür oyuna dönüştürür ve hayatının son günlerini Enoch’la birlikte provalar yaparak, hayalindeki şeyleri gerçekleştirerek geçirmeye başlar.
Filmin hikayesi başlangıçta ilginç gelse de sıradışı bir durumu sadelikle ve akıcı bir şekilde anlatabiliyor olması izlerken keyif almanızı sağlayabilir. Filmdeki karakterlerin genel olarak hayata ve ölüme olan bakış açılarını izliyoruz. Bir tarafta ailesinin ölmüyle hayatını ölümünü hayal ederek geçiren Enoch, diğer tarafta ise hastalığı yüzünden ölümün gerçekliğinden kaçan Annabel’in hikayesine tanık oluyoruz. İkisi arasında oluşan zıtlıklar uyuma dönüşüyor ve romantik hal alıyor.
Filmin dramatik yapısı insanı kasvete sokmadan hatta keyifli bir şekilde ilerlemesini sağlıyor. Bunda klişe sahneleri olabildiğince törpüleyen anlatımın, payı olduğunu söyleyebiliriz. Restless, romantik bir film olarak görülebilir ama daha çok dokunaklı kelimesi daha iyi anlatacağını düşünüyorum. Filmi izlerken garip bir keyif alabilirsiniz, özellikle Enoch’la hayali arkadaşı Hiroşi arasında geçen sahnelerde. Filmde, dramatik olay örgüsü tadında diyebiliriz. Ne çok fazla ön plana çıkartılıp gözümüze batıyor ne de birşeyler eksik kalıyor.
Filmdeki oyunculara baktığımızda, Annabel Rolüyle izlediğimiz Alice in Wonderland (2010) filmindan hatırlayacağımız Mia Wasikowska, bu senenin önemli yapımları olan Jane Eyre ve Albert Nobbs filmlerinde de görmekteyiz. Oyuncunun Restless’daki performansına bakacak olursak, karakterin dünyasını sade ve samimi bir şekilde ekrana yansıtabildiğini düşünüyorum. Hikayedeki bazı klişe romantik sahneler bile Annabel karakterinin özgünlüğünü perdelememiş diyebilirim. Enoch karakterini canlandıran genç oyuncu Henry Hopper ise, gelecek vaat eden oyuncular arasında yer alacağının sinyallerini veriyor.
Yönetmeni sevenler için vasat bir yapım olabilir, çok iddalı ve gösterişli olduğunu söyleyemeyiz. Hikayenin başından sonuna kadar beklendiği şekilde gitmesi de hoşunuza gitmeyebilir ama zaten gerçek hayatta beklemediğimiz mucizeleri sinemada görmekten bıkmadık mı ? Film, yaşam diyalektiğindeki varoluşu sorgularken, ölümü Epikuros’un ‘Biz varken ölüm yoktur ve ölüm varken biz yokuz’ sözünü hatırlatıyor. Filmdeki duygu yaşamın anlamını ölümle bulan iki karakterin aslında yaşam ve ölüm arasında paylaşılan küçük anlardan ibaret hikayesini yansıtıyor. İşte bu yüzden film bittikten sonra bırakttığı o küçük tebessüm için bile izlemeye değer diye düşünüyorum.
Tweetle