Bu Kraliçe Başka Kraliçe!
Kraliçeyi Nasıl Bilirdiniz?
Tarih derslerinden hatırlarız: Fransızlar 1789’da bir devrim yapmıştır. O sırada Louis XVI ve Marie Antoinette baştadır. Meşhur kraliçe açlıktan kırılan halkına şöyle bir laf sarf etmiştir: Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler!
İşte bu Marie Antoinette, Amerikalı yönetmen Sofia Coppola’nın aynı isimdeki üçüncü uzun metraj filminin (2006) konusunu oluşturuyor. Yönetmenin o zamana kadarki filmografisini düşündüğümüzde oldukça cesur bir adım; çünkü film bir dönem filmi. Marie Antoinette meşhur Fransız kraliçesinin Louis XVI ile evlenmesinden sonraki hayatını inceliyor. Film diğer dönem filmlerinden oldukça farklı ve Coppola’nın filme hakim olan dokunuşlarını görmek hiç de zor değil.
Coppola, bu filmin Cannes Film Festivali’ndeki prömiyeri üzerine kraliçeyi ‘hatalı’ tasvir etmesi nedeniyle tarihçiler tarafından eleştirildi. Bu noktada her türlü hikaye anlatımı ve temsilin öznel olduğunu belirtmekte yarar var – bu filmi çekenin malzemeyi kendi açısından anlatma özgürlüğünün olduğu tarihi filmler için de doğrudur. Coppola, filminde bizleri şimdiye kadar hiç görmediğimiz bir Marie Antoinette ile tanıştırıyor, onun Marie’si ile. Filmin ilk sahnesi kraliçeyi bildiğimiz haliyle resmeden bir görüntüden oluşuyor. Bu görüntü onun savurgan ve kaygısız olduğu kanısını gözümüze sokar nitelikte. Fakat bir sonraki sahnede geriye dönülüyor ve onun kraliçe olmadan önceki hali ile hikayeye devam ediliyor. Bu şekilde Coppola kendi versiyonuna ya da geçmişi anlama şekline dönüyor. Aynı zamanda tarihi bir figürün biyografisi söz konusu olduğunda gerçekle nasıl oynanabileceğini ve Marie Antoinette hakkında bildiklerimizin doğru olamayabileceğini işaret ediyor. Bir anlamda Coppola “geçmişe her zaman şimdinin filtresinden bakıldığını ve onu tekrar yazanın çıkarlarını temsil ettiğini” göstermeye çalışıyor (Pam Cook 38). *
Kendi Marie Antoinette hikayesini anlatmak için Coppola çeşitli unsurlardan istifade ediyor. Avrupa geçmişinden bir dönemi konu edinen dönem filmlerinde olayın gerçekleştiği yer neresi olursa olsun karakterlerin İngiliz aksanı ile İngilizce konuşmasına alışığız. Fakat Coppola’nın filminde her oyuncu doğal aksanı ile konuşuyor. Kraliçeyi canlandıran Kirsten Dunst Amerikan aksanı ile konuşurken, annesini canlandıran Marianne Faithfull İngiliz aksanını koruyor. Bu durumun biraz da olsa tutarsızlık yarattığını söylesem yanlış olmaz herhalde! Yine filmin türünden beklenenlerin bilincinde olan Coppola filmin müziği konusunda da yenilikçi ve biraz da asi tutumunu sergiliyor. Klasik müziğin de yer aldığı filmde Punk ve Yeni Romantik akımlarına ait parçalar ağır basıyor. Örneğin, Marie Antoinette, arkadaşı ve yardımcısı ile giysiler, kumaşlar, ve pastalar içinde boğulurken arka planda İngiliz müzik grubu Bow Wow Wow tarafından seslendirilen “I Want Candy” isimli parçayı dinliyoruz. Bu da bir müzik klibi izliyormuşuz havası yaratıyor. **
Filmin bu stilistik aykırılıklarının yanında belki de daha önemli bir farklılığı var içerik yönünden. Fransız Devrimi’nin eşiğindeki yoksul ve açlık sınırındaki Paris halkının ve soylu ailenin kaçınılmaz idamlarının senaryoda yer almaması filmin en çok eleştirilen özelliklerinden olmuştu – çünkü Coppola tarihçilere filmde görmek isteyeceklerini vermedi. Bu seçimdeki en önemli neden belki de kraliçenin iç yolculuğunun filmin merkezini oluşturmasıydı. Ne de olsa Coppola’nın kahramanı Marie Antoinette. Amacı ise devrimden önceki Fransa’nın durumundan ziyade kafası karışık bir kraliçeyi anlatmak. Coppola’nın kraliçesi yönetmenin ilk uzun metrajı olan The Virgin Suicides (1999) filmindeki Lisbon kardeşlerin birkaç yüzyıl öncesindeki karşılığı gibi: umarsız ve yapayalnız bir genç kadın. Cook’un belirttiği gibi Coppola kendini bu saf genç kadınla özdeşleştiriyor; bir kraliçe ile değil. Kraliçeyi tarihi bir figür yerine yaşamı boyunca yanlış anlaşılmış bir birey olarak ele alıyor. Marie Antoinette, yönetmenin ellerinde anlaşmalı bir evliliğin sonucunda evini terk etmek zorunda kalan bir kıza dönüşüyor. Film süresince aşık oluyor, hayatı öğreniyor. Bu nedenle film bir nevi büyüme hikayesi. Bunların yanında Avusturya’daki hayatından oldukça farklı bir hayata alışması gerektiği de cabası. Kraliçe, Paris’e ilk gelişinde ilgi odağıdır ve meraklı yabancıların bakışları sebebiyle tehdit altında hisseder. Versailles’a varışı ve saray halkıyla tanışması akla yönetmenin 2003 yapımı filmi Lost in Translation’da Bill Murray’nin canlandırdığı Amerikalı Bob karakterinin Tokyo’ya varması ve etrafında olanları anlamaya çalışmasını anımsatıyor.
Marie Antoinette hakkında her şeyi bildiğinizi sanıyorsanız, popüler kültüre mal olmuş bu kraliçeye gelin bir de Sofia Coppola’nın gözünden bakın!
Notlar
* Bu makaledeki alıntılar, orijinal dillerinden tarafımca çevrilmiştir.
** Bahsettiğim sahneye bu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.youtube.com/watch?v=pk62PYiWav0
Bibliyografi
Calavita, Marco. “MTV Aesthetics at the Movies: Interrogating a Film Criticism Fallacy”: Journal of Film and Video 59(3) (2007): 15-31.
Cardullo, Bert. “Love Story, or Coppola vs. Coppola”: The Hudson Review 57(3) (2004): 463-470.
Cook, Pam. “Portrait of a Lady: Sofia Coppola”: Sight and Sound 16(11) (2006): 36-40.
Fujiwara, Chris. “Places and Other Fictions: Film Culture in Tokyo”: Film Quarterly 61(4) (2008): 42-47.
Haslem, Wendy. “Neon Gothic: Lost in Translation.” Senses of Cinema, Feature Articles 31. Web. 22 Apr. 2004.
King, Homay. “Lost in Translation”: Film Quarterly 59(1) (2005): 45-48.
Rogers, Anna. “Sofia Coppola.” Senses of Cinema, Great Directors 45. Web. 25 Nov. 2007.
Tay, Sharon Lin. Women on the Edge: Twelve Political Film Practices. New York: Palgrave Macmillan, 2009.
Viner, Russell. “The Virgin Suicides [Film] by Sofia Coppola”: British Medical Journal 320(7249) (2000): 1611.
Filmografi
Lost in Translation (Sofia Coppola, 2003).
Marie Antoinette (Sofia Coppola, 2006).
The Virgin Suicides (Sofia Coppola, 1999).
Tweetle