Bir İran Masalı : Poulet aux prunes
Jeki bud, Jeki nabud. Her İran masalı böyle başlarmış. Azrail’i Beklerken, ya da orijinal adıyla Poulet aux prunes; İran devrimi konulu, otobiyografik Persepolis’in yönetmenleri Vincent Paronnaud ve Marjane Satrapi’nin ikinci sinema denemeleri. Filmin orijinal adının tam çevrimi aslında, ana karakter Nasser Ali’nin en sevdiği yemeğinde ismi olan “Erikli Tavuk”. Film; 40lı yaşlarının sonunda olan, dünyaca ünlü İran’lı keman virtüözü Nasser Ali’nin kemanının kırılması ile başlıyor. Nasser Ali, dört bir yanı dolaşıyor doğru kemanı bulabilmek için ama hiçbirinden istediği sesi elde edemiyor ve bir karar alıyor. Ölmek. Film karar aldığı günden, öleceği güne kadar ki 8 günü anlatıyor.
Filmin senaryosu iki yönetmenin elinden çıkmış. Bu filmin en büyük artılarından, çünkü karşımızda ne anlattığını, daha doğrusu ne hissettirmek istediğini bilen bir film var. Bunda en büyük pay elbette Satrapi’nin. Kendisini bir yönetmenden önce, bir yazar ve Poulet aux prunes bir çizgi roman uyarlaması. Filmin en büyük artısının senaryosu olduğu apaçık ortada. Birden çok hikayeyi, çok karakter üzerinden, çok da uzun olmayan bir zamanda, çok iyi kurgulayarak anlatıyor ki film bitince ne sıkılmış olarak ayılıyor seyirci salondan, ne de kafası allak bullak olarak. Son sekansın biraz fazla uzadığını ve finale bağlanmak için zorladığını itiraf etmek zorundayım ama bu elbette filmin ne kadar iyi olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Filmin cast seçimi de kesinlikle çok yerinde. Zaten böyle bir kadroya yerinde olmaması mümkün değil; Mathieu Amalric, Maria de Medeiros, Golshifteh Farahani, Jamel Debbouze, Isabella Rossellini. Mathieu Amalric; Le scaphandre et le papillon’u saymazsak kariyerinin en iyi oyunculuğunu sergiliyor. Filmde özellikle komediye kaçan kısımlarda Jean-Pierre Jeunet tarzı bir dil benimsenmiş. Poulet aux prunes’nin amacı kesinlikle yeni Amelie olmak değil ama bu tarz iyi oturmadığı takdirde özelikle karakterler üzerinde çok başarısız bir deneme olurdu. Bu noktada bütün cast sınırlarını çok iyi benimsemiş. Hem çok iyi yönetilmiş, hem de o ince çizgiyi çok iyi belirlemiş.
Filmde ilginç bir soundtrack çalışması vardı. Filmin başından Nasser Ali’nin ölüme karar verene kadar olan süreçteki bütün keman partileri detone çalıyor. Ardından Nasser Ali, kararını verdikten sonra düzeliyor.
Görüntü yönetmenliği ve kurgu filmi bir üst seviyeye çıkaran iki unsur. Özellikle anlatıcının dahil olduğu anlardaki flashback kurguları Fransız sinemasının Hitchcock’la birleşme anı gibi.
Film, şu anda 31. İstanbul Film Festivali’nde gösteriliyor. Ardından da ülkemizde vizyona girecek. Bence kaçırılmaması gerekenlerden.
Tweetle