YILIN EN “COOL” FİLMİ: DRIVE
YILIN EN “COOL” FİLMİ: DRIVE
Geride bıraktığımız yıl sinemaseverlere birçok ilginç film armağan etti; fakat benim ilgimi en çok çeken Danimarkalı yönetmen Nicolas Winding Refn’in Drive filmi oldu. Film aynı isimli 2005 yılında yayınlanmış bir James Sallis romanından uyarlama. İzlemeden önce her ne kadar beklentilerim çok yüksek olsa da izledikten sonra bu beklentilerin büyük bir kısmının karşılandığını, bir kısmının ise karşılanmadığını gördüm.
Filmin ana kahramanı, ismi hiçbir şekilde ifşa edilmeyen ve bu yazıda “Driver” olarak nitelendireceğim Ryan Gosling tarafından canlandırılan gündüzleri dublör ve araba tamircisi, geceleri ise Los Angeles soyguncularına yardım eden yalnız bir adam. Kısaca evinde çok fazla vakit geçiren bir karakter değil. Driver birçok noktada klasik kahraman arketipine uysa da bazı noktalarda ayrılıyor. İşini en iyi şekilde yapan, işvereni Shannon’ın deyimiyle “özel” bir adam. Soygunda işbirliği yaptığı suçlularla konuşurken “beş dakika kuralı”nı anlatıyor önce. Kuralları olan, kişiliğin üzerinde kat kat tabakalar olan, gizemli bir anti-kahraman Driver. Konuşmaktan çok sessiz kalmayı yeğleyen soğuk bir adam – tam da olması gerektiği gibi. Fakat aynı zamanda bundan çok daha fazlası. Kanımca ileride ikonlaşacak ve kültleşecek, gelişimi başarıyla sunulmuş bir karakter. Tanıdık olduğumuz başka film kahramanlarından ödünç aldığı özellikler olsa da nevi şahsına münhasır “cool” bir havası var. Bu hava Driver’in kostümüne de yansıtılmış. Filmin neredeyse tamamında onu aynı giysilerle görüyoruz: deri eldivenler, sırtında kocaman bir akrep baskısı olan parlak bir ceket. Oyuncu seçiminin de isabetli olduğu kolaylıkla görülüyor. Ryan Gosling’in kamera önünde karizmatik bir varlığı var. Ses tonu, yüzündeki soğuk ifade ve bu ikisiyle tezatlık oluşturan hassasiyeti ve duyarlılığı onu Driver rolü için biçilmiş kaftan yapıyor. Gosling zaten çoğunlukla duyarlı karakterler olarak karşımıza çıkıyor (bknz. Blue Valentine ve Lars and The Real Girl)
Ana karakterini bu derece iyi oturtmuş bir filmden beklentiler haliyle artıyor. Lakin filmin geneli ana karakteri ve giriş sekansı kadar etkileyici değil. Filmin girişinde Driver ile tanışıyoruz ve onu iki soyguncuya yardım ederken izliyoruz. Gerilim arttıkça kalp atışlarını anımsatan müziğin temposu da artıyor. Driver soyguncuları arabasında beklerken müzik daha kısık ve yavaş bir tonda iken soyguncular arabaya bindikten ve kovalamaca başladıktan sonra kendini daha belirgin kılıyor. Kovalamaca sırasında Driver’ın temkinli ve soğukkanlı tavırları seyirciyi rahatlatmaya yetmiyor ne yazık ki, arabanın içinde dördüncü bir kişi varmış ve o sizmişsiniz gibi hissediyorsunuz. Fakat, film bu sahnesiyle yüksek bütçeli vurdulu kırdılı aksiyon filmlerinden ayrılıyor. Bu tür filmlerde kovalamaca sahneleri genellikle hızlı, hareketli, bol diyaloglu ve küfürlü iken Drive tüm bu unsurlardan yoksun. Bu eksiklik filmin kalitesini düşürmek yerine filmi daha da yüceltiyor ve cazip kılıyor. Refn, adeta filmi teknolojik bir cihaz haline getiren yapay harikalar olmadan da gerilim yaratabilmiş ve bağımsız bir aksiyon filmi yapmayı başarmış. Sahneler arası hızlı geçişler ve zamanın kullanımı da ilgi çekici filmde. Belli sahnelerde kronolojik sıralamaya göre içinde bulunulan zaman ve gelecek zaman eş zamanlı olarak gösteriliyor. Örneğin, filmin sonlarına doğru mafya babası Bernie Ross’un öldürüldüğü sahnede Driver ve Bernie Ross yemek masasında konuşurken bir sonraki sahne görülüyor. Bir karede ikisini masada görüyoruz, bir sonraki sahnede otoparkta birbirlerini öldürmeye çalışırken.
Filmi farklı kılan bir diğer özellik ise anti-klişe bir aksiyon filmi olması. İçerik bakımından çok yenilikçi olmasa da anlatım ve sunum açısından birçok aksiyon filminden farklı ve kendine has bir duruşu var. Bir aksiyon filminden beklenecek şekilde erkeksi bir film değil Drive. Filmin kredilerinde canlı pembe yazı fontları kullanılmış. Herhangi bir Michael Bay filminde görüldüğü gibi arzulanan kadın karakter değil, tam tersine erkek karakter – Driver. Filmin ana kadın karakteri Driver’ın aşık olmaya başladığı evli ve çocuklu yan komşusu Irene. Filmin ana karakteri bir erkek olmasına karşın, Irene seyirciye asla bir arzu nesnesi olarak sunulmuyor. Temizliği, masumluğu, iyimserliği temsil eden Irene adeta cinsiyetsiz bir karaktere dönüşüyor. Driver ise gizemli tavırlarıyla asla ulaşamayacağımız ve geçmişini öğrenemeyeceğimiz bir arzu nesnesine dönüşüyor. Irene karakteri, Driver’ın hayatında büyük bir değişiklik yapması gereken, onu deyim yerindeyse yumuşatması gereken, ona değişmesi için gerekçe veren bir karakter. Irene bir şekilde Driver’a onun da sıradan bir yanı olduğunu hatırlatıyor. Markette alışveriş yapan, işten evine dönen, asansöre binen bir adam. Daha da önemlisi Driver, Irene için sıradan olmak, sıradanlaşmak istiyor. Öyle ki birbirlerini tanıma aşamasında iken Irene’e dublörlük işinin sadece yarı zamanlı olduğunu ve çoğunlukla tamirhanede çalıştığını söylüyor. Irene ile tanıştıktan sonra soygunculara yardım etme işini bırakıyor. Fakat yine onun etkisiyle onu ve oğlunu kurtarmak için son kez işe dönmesi gerekiyor. Bu noktada Taxi Driver’ın anti-kahramanı Travis’i andırıyor Driver. Travis de Driver’a benzer şekilde kendi halinde yaşayan yalnız, geçmişi bilinmeyen bir adamdır. Gün gelir genç bir fahişeyle tanışır ve onu düştüğü çukurdan kurtarmak ister. Robert De Niro tarafından canlandırılan Travis de Driver gibi kendine has bir havaya sahiptir aynı zamanda.
Konu bakımından sinema seyircisine çok da yeni bir şeyler sunmasa da, Drive anlatımı, sinematografisi, oyuncu performansları ve özellikle de giriş sahnesi için 2011’in en görülesi filmlerinden.
Tweetle