Emek’in Düşündürdükleri
Google’a “istanbul, AVM, tam liste” anahtar sözcüklerini giriyorsunuz ve sorgu ekranına üçüncü sırada düşen linke tıklıyorsunuz, bu linkten ulaştığınız websitesi size İstanbul’da bulunan bütün AVM’leri listeliyor. Her sayfasında toplamda 11 adet AVM’nin bulunduğu 10 sayfalık bir liste karşınıza çıkıyor. Bu da üç aşağı beş yukarı İstanbul’da bulunan AVM sayısı konusunda size ipucu veriyor. Bu merkezlerin herbiri ortalama bir büyüklükte; herbiri Türkiye’de kamusal alan kavramını karşılayan çok renkli, pek“trendy”, çeşitli etkinliklerle markaları pazarlayan bir çeşit satma ve satınalma tapınakları –ve müritlerine muhtaç-. Bu ışıltılı, her zaman en moda ve tek tip AVM’ler dururken geniş ve ağaçlık parkları kim ne yapsıın ki?! Belediye alsın, ya satsın ya İspark yapsın. İnatlaşacağımız “çimlere basmayınız” uyarısının bile olmadığı bir kamusal alan bu, zira ortalıkta çim bile yok. Olansa plastik papatyalarla kurgulanmış pastoral düzenekler sadece. Zaten, birliğine hapsolmuş Avrupa müthiş bir ekonomik çöküntü içerisindeyken biz, janjanlı AVM’lerimizle Arap turizminin ve ekonominin doruğunda, herşeyin tıkırında gittiği bir ülke değil miyiz ki?!
Kendimce kişisel nefret alanları haline getirdiğim, bütün iktidarı içine hapsettiğim AVM’leri son derece itici buluyorum. Üzerine birçok kez düşündüğüm bir konu var: 4. Levent’ten İstiklal’e doğru uzanan hatta neden bu kadar çok sayıda AVM yapılmış? Mesela araç mesafesi ortalama 10 dakika olan bu hat üzerindeki AVM’ler sırasıyla şöyle: Sapphire, Metro City, Kanyon, Astoria, Trump Towers, Cevahir AVM, Nişantaşı City’s... Buradan Taksim Meydanı’na giderken biraz soluklanıyoruz. İstiklal Caddesi boyunca yürürken, sağ kolda Virgin Megastore’lu Demirören AVM ile karşılaşıyoruz. İstanbul belleğim daha öncesinde orada ne/neler bulunduğu konusunda bana yardımcı olamıyor maalesef ama ufak bir araştırma ile öğrenebiliyorum: 1930’larda Eski Saray Sineması, Sin-Em Han ve Tarihi Saray Muhallebicisi, 1950’den günümüze ise pasaj ve işhanlarının bulunduğu bina... ve hemen yanıbaşında şu sıralar dönüşüm evresinde olan Cercle d’Orient Binası, son üç senedir Emek’siz gerçekleştirilen 32 senelik İstanbul Film Festivali’nin sembolü haline gelmiş olan Tarihi Emek Sineması’nın bulunduğu bina ve arada kalan boş bir bina ile karşılaşıyoruz. Bitişik olan bu üç yapı da Demirören benzeri eklektik bir bina haline getirilmek üzere, AVM olarak planlanmış. Emek Sineması çoktan parçalara ayrıldı ve de yıkıldı. Orjinal haline sadık kalınarak yeni bina planı içerisinde en üst kata taşınacağı söyleniyor. Buna karşılık sosyal medyada eskinin Emek Sineması’nın yerinde yeller estiğini, sevimsiz yıkım görüntülerinden anlıyoruz. Evet, Emek birçok İstanbullu için bir nostalji mabeti olması bakımından büyük bir anlam taşıyor ama Emek’le bir şekilde tanışmış olan herkes onu olduğu gibi sevdi. Şimdiyse artık Emek’i olduğu gibi,olduğu yerde seven herkesin aklında birçok başka soru ile birlikte, en haklı ve net tek bir soru kaldı: Tarihi Emek Sineması neden olduğu gibi, olduğu yerde korunmak istenmedi? Ne yazık ki bu soruya verilebilecek bütün cevaplar çok anlamsız kalırdı ve kaldı da. Saygılarımla...
Satoshi Kon’un Paprika (2006) filminden "geçit töreni" sahnesi (neokapitalizme maruz kalmış postmodern bilinçaltının çöküntüye uğradığı ve böylece akıp gittiği an)
Tweetle