Yıl 1940, Yer Zonguldak: Kelebeğin Rüyası

Asena Çağla ÜNAL profil resmi

Kategorisi : Vizyon Filmleri

Yayınlanma tarihi : 05.03.2013

Etiketleri : Mert Fırat, Kıvanç Tatlıtuğ, Türk Sineması, Yılmaz Erdoğan, Kelebeğin Rüyası, Belçim Bilgin


 Yıl 1940. Yer Zonguldak. Behçet Necatigil (Yılmaz Erdoğan)’in desteğini yanlarına almış, hayatı ve aşkı şiire bahane eden iki genç; Rüştü Onur (Mert Fırat) ve Muzaffer Tayyip Uslu (Kıvanç Tatlıtuğ). Birde başarılı bir görüntü yönetmeni; Gökhan Tiryaki.

 

 Kariyeri boyunca çok şey olmaya çalışmış olan yazar, şair, yönetmen, oyuncu, programcı, BKM’nin patronu Yılmaz Erdoğan, filminin temeline genç yaşta ölen ve çoğumuzun filme kadar adını duymadığı iki şairi alıyor. Onların satırları üzerine inşa ettiği senaryosunda, ‘mükellef  yasası’na da yer vermeye çalışıyor ama bu konuya ciddi bir giriş yapmış iken ana hikayesindeki aşkı, yan hikayesindeki ciddiyete karıştırıyor ve konu hakkındaki önceki sahnelerin etkisini siliyor.

 

 İyi bir malzemeyle yola çıkan filme birkaç yerden olumsuz eleştiri yapabiliriz. Lakin hiçbir olumsuz eleştiri atmosferi için olmayacaktır.  Taylan Biraderler, Nuri Bilge Ceylan, Çağan Irmak ve son olarak Lal Gece’nin yönetmeni Reis Çelik’in birlikte çalışmayı tercih ettiği, görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki filmin başından sonuna yarattığı görüntülerde, her biri sandıktan çıkmış eski bir fotoğrafın güzelliğinde kareler sunuyor. Son zamanlar Türkiye sinemasının iyi açılış sekanslarından birine imza atıyor. Renkleri öyle güzel düzenlemiş ki seyirciler, filmin anlattığı dönemin içerisine girmekte hiç zorlanmıyor.  Zonguldak ayrı güzel, Heybeliada ayrı güzel bu karelerde. Kostüm tasarımı, set ve müzikteki başarıda, görüntüleri içten, dıştan başarıyla destekliyor.

 

 Başrollerden biri olan Kıvanç Tatlıtuğ için bu filmin bir dönüm noktası olacağını söylemek mümkün. Televizyonun şımarık çocuğu, genç kızların sevgilisi imajının yarattığı yargıları gerek geçirdiği fiziksel gelişim ile gerek ifadeleriyle bu filmle kırarak, önyargılarıda boşa çıkarmış oldu. Mert Fırat her zaman gösterdiği performansı gösterirken, kadronun en boş oyunculuğunu ise Belçim Bilgin gerçekleştirmiş. Filme hem senarist, hem yönetmen, hemde oyuncu olarak katılmaya çalışarak kendine aşırı fazla yüklenen Yılmaz Erdoğan, yükünün altından kalkamamış olmalı. Öyle ki Behçet Necatigil’i oynayacağına, Ankaralı şair Yılmaz Erdoğan’ı oynamış.

 

 Filmin ilk sahnelerinin akışı ve karakterlerin tanıtılışı, François Truffaut’ın Jules et Jim’ini andırırken, bir süre sonra filme referans olacak kareler görüyoruz. Karakterlerimizin koştukları ve özellikle bisiklet sürdükleri sahnelerde bunları farketmek oldukça mümkün.  Bu referansı 2001’de yine benzer çizgilerden yürümüş Seyfi Teoman’ın Bizim Büyük Çaresizliğimiz filminde de farkedilebilir.

 

 Belçim Bilgin’in karakteri vede aşk unsurlarının filmin koyduğu çıtayı aşağı kaydırsada, görüntü yönetmenliği ve yarattığı başarılı atmosfer ile bu filmi sinemada başarılı yerli filmler görebileceğimizin kanıtı olarak değerlendirilebiliriz. Biyografik bir dönem filmini seyircisine başarıyla aktarabilmesi ile dönüm noktası olması bir yana, şiirsel repliklerle şiire adanmış ve gölgede kalmış iki şairi araştırmaya sevk etmiş olduğu için bile izleyebileceğimiz bir film ortaya çıkmış. 

 

Bülten kaydı için tıklayınız